-->

En İyi 10 Kadın Filozof

Reklam

Bu bayan filozofların listesi, filozof olduğu bilinen en ünlü ve en iyi kadınları içerir. Dünyada filozof olarak çalışan binlerce kadın var, ancak bu liste yalnızca en dikkat çekici olanları vurgulamaktadır.

10) Iris Murdoch

iris murdoch

Jean Iris Murdoch, İrlandalı yazar ve filozof. Murdoch 26 roman, 5 oyun, 5 felsefe ve bir adet toplu şiirler kitabı üretmiştir.

Murdoch teorik ve felsefi metinlerde kaleme almıştır; meslekten bir felsefeci olarak bu alandaki çalışmalarında da önemli bir yazar olduğunu gösterir. İlk teorik yapıtı sayılan Sartre, Yazarlığı ve Felsefesi onun Sartre üzerine eleştirel bir değerlendirmesini sunar. Varoluşçuluk Murdoch için önemli olmuş bir felsefe yönelimidir. Edebiyatı, yaşamın ve ahlaki sorunların değerlendirilmesinde daha verimli bir alan olarak düşündüğü için kullanan Murdoch, bu alanda felsefi/etik/estetik sorunları irdeler. Bununla birlikte ayrıca felsefe metinleri kaleme almış ve bunlarla bazı konulara açıklık getirmeye çalışmıştır. Varoluşçu felsefenin yanı sıra dil, gerçeklik, yanılsama vb konularda ilgi alanı içinde yer alır ve onun edebi metinlerinde doğrudan ya da dolaylı olarak işlenir.

Ateş ve Güneş adlı çalışması, Platon'un sanat üzerine düşüncelerinin değerlendirilmesi olduğu gibi, Murdoch'un kendi sanat anlayışını da sunduğu bir çalışma olarak değerlendirilebilir. Platon'un, Murdoch'a göre, sanatçıları sevmemesinin nedeni, sanatçıların akıllarını tehlikeli bir şekilde kullanmaları ve yaratıcılıklarını akıldışı şekilde ortaya koymalarıydı. Biz zaten gölgeler dünyasında yaşıyorduk ve bu gölgelerin yeniden gölgelere dönüştürülmesi, Tanrı'ya meydan okumak olacaktır. Şairler, yazarlar, ressamlar vs.nin varlığı, Tanrı'nın varlığına tehdit oluşturur. Bu nedenle Platon sanatçıları felsefe ülkesinden dışlamıştır. Murdoch etik sorunsalın yanı sıra estetik sorunsala ilişkinde değerlendirmelerini geliştirir; Platon değerlendirmesinde sanat ile gerçek arasındaki ilişki bağlamında değerlendirmeler üretir. Kant, Kierkegaard, Wittgenstein gibi filozoflardan hareketle sanatın yerini belirlemeye çalışır ve Platoncu teze karşı çıkar.

9) Judith Butler

judith butler

Judith Butler, feminist felsefe, queer kuramı, siyaset felsefesi ve etik dallarına katkı sağlamış Amerikalı postyapısalcı filozof. Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley'de Retorik ve Karşılaştırmalı Edebiyat bölümlerinde profesör olmanın yanı sıra European Graduate School'da Hannah Arendt Felsefe Profesörü'dür. Butler 1984'te Yale Üniversitesi'nden, akabinde Arzu Özneleri: Yirminci Yüzyıl Fransa'sında Hegelci Yansımalar adıyla basılan felsefe dalında doktora derecesi aldı.

1980'lerin sonuna doğru, farklı öğretim/araştırma merkezleri arasında (en dikkate değer olanı Johns Hopkins University - Humanities Center, İnsanbilimleri Merkezi), feminizmin "önkabullenilmiş terimlerini" sorgulamak için Batılı feminist teorinin içinde "post-yapısalcı" çalışmalarda bulundu.

Butler, Türkiye'nin güneydoğu illerinde süregelen sokağa çıkma yasaklarının ve şiddetin bir an önce son bulmasını talep eden akademisyen ve araştırmacılardan oluşan bir inisiyatif olan Barış İçin Akademisyenler inisiyatifinin bildirisine imza atan 1128 akademisyen arasındadır.

Günümüzde queer ve feminist kuramın önde gelen düşünürlerinden biri ve aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri'nde uzun yıllardır LGBTİ mücadelesi içerisinde yer alan bir politik aktivisttir.

1990'da, Butler'ın kitabı Cinsiyet Sorunu farklı dillerde 100,000 kopyadan fazla sattı. John Waters'ın 1974 yapımı benzer isimli, başrolünü drag queen Divine'in oynadığı filmi Kadın Sorunu 'nu ima eden başlıklı kitap; Cinsiyet Sorunu, eleştirel bir şekilde Simone de Beauvoir, Julia Kristeva, Sigmund Freud, Jacques Lacan, Luce Irigaray, Monique Wittig, Jacques Derrida, ve en çok Michel Foucault'nun çalışmalarını tartışmaktadır. Kitap o kadar ünlendi ki entelektüel bir fanzin olan Judy'ye ilham kaynağı oldu.

8) Harriet Taylor Mill

harriet taylor mill

Harriet Taylor Mill, İngiliz filozof ve kadın hakları savunucusu. 19. yüzyılın önde gelen düşünürlerinden biri olan ikinci kocası John Stuart Mill'e bıraktığı etki nedeniyle büyük ölçüde hatırlanmaktadır.

Özgürlükçü bir din olan Üniteryen anlayışının bir yayını olan Monthly Repository dergisinde yayınlanan bir kaç makale dışında, Taylor ömrü boyunca kendi çalışmalarının pek azını yayınladı. Bununla birlikte, John Stuart Mill'in ürettiği tüm materyalleri okumuş ve yorum yapmıştır. Mill, otobiyografisinde Harriet'i kendi ismi altında yayınlanan kitap ve makalelerin çoğunun ortak yazarı olarak ilan etti. Ayrıca Mill "iki kişinin düşüncelerini ve spekülasyonlarını tamamen ortak sonuca bağladığında, bu, onların kaleminde bulunan özgünlük hakimiyetinin küçük bir sonucudur." diye otobiyografisine ekledi. Birlikte, 1832'de yayınlanan "Evlilik ve Boşanma Hakkındaki Erken Makale" sini yazdılar. İşbirliğinin niteliği ve kapsamı hakkındaki tartışmalar halen sürmektedir.

Mill tarafından 1854 yılında yazılmış bir mektubun şu dizeleri Taylor'ın Mill'in kitap ve makalelerinin ortak yazarı olarak tanımlanmaya gönülsüz olduğunu gösteriyor; "Sen, en iyi kitabımın, gelecek kitabın başlık sayfasında iki ismin olmasına izin vermedikçe asla tatmin olmayacağım. Onların yarısından fazlası senin eserin olduğu için yayınladığım her şeyde bu böyle olmalı." Kendisinin isteksizliğine neden olan sebepler, yalnızca Mill tarafından yayınlanan felsefi bir metne ya da ortak bir esere verilen olası bir cevabı içeriyor olabilir.

J. S. Mill, çalışmalarında Harriet’in ona olan değerli katkılarını özellikle de ölümünden bir yıl sonra 1859’da yayınlayıp ismine atfettiği On Liberty eseriyle Harriet’i andı.

John Stuart Mill’in, “bir cinsiyetin diğerine olan bağımlılığı” üzerine, eşi Harriet Taylor Mill ile birlikte geliştirdiği düşüncelerin bir ürünü olan ve eşinin ölümünden sonra kızı Helen Taylor’ın desteğiyle tamamladığı Kadınların Köleleştirilmesi (The Subjection of Women) (1869), yayımlandığı tarihsel bağlam içinde, Avrupa’nın geleneksel siyasi, hukuki, ekonomik ve ahlaki sistemi için hakaret dolu bir saldırı olarak görülmesine yol açacak kadar radikal savlara sahiptir. Kadınların erkeklere olan bağımlılığının, doğrudan “Baskı yasası”ndan (law of force) kaynaklanıyor olmasından hareketle modern dünyanın temel nitelikleri için söz konusu ilkeyi tarihsel bir çelişki olarak tahlil eden bu metin, yalnızca siyasal felsefenin iç tartışmaları için bir kaynak olmakla kalmaz; aynı zamanda, “kadın meselesi” hakkında kaleme alınmış ilk metinlerden biri olma niteliğinin yanında, günümüzün temel birçok meselesi hakkında hassas bir Aydınlanmacı felsefe sunar. Mill’in, Hristiyan ahlakının eleştirisi konusundaki sessizliği dikkat çekmektedir. “Faydacılık” ilkesi ile beraber Aydınlanmacı siyasal felsefenin “ilerlemeci” tarihsel bakış açısı, metnin tüm kuramsal yapısını oluşturur. Diğer taraftan, Mill’in “kadınların özgürleştirilmesi” projesi, aslen “mülkiyet sahibi sınıfları” nı kapsadığı gözükmektedir. Mill’in Kadınların Köleleştirilmesi adlı eserinin geç de olsa Türkçeye kazandırılması, hem genel olarak siyasal düşünce disiplini hem de özel olarak kadın meselesi konusundaki mevcut yazına yapılmış esaslı bir katkıdır.

7) Maria Montessori

maria montessori

Maria Montessori, İtalyan bilim insanı ve eğitimci.

Montessori Metodunun kurucusu olan Maria Montessori, 1870 yılında İtalya'nın Chiaravalle kentinde dünyaya gelmiştir. 1896 yılında İtalya’nın ilk kadın doktoru unvanını alarak tıp fakültesini tamamlamıştır. Montessori bir bilim insanı olarak sahip olduğu özelliklerin dışında, bir kadın olarak da zamanının değer yargılarının ilerisinde yaşamış ve kadın hakları için mücadele etmiştir. İtalya’nın ilk kadın doktoru olarak, 1896’da Berlin ve 1900’de Londra’da iki kadın konferansında İtalya’yı temsil etmek için seçilmiş ve bu konferanslarda kadınlara eşit ücret için çağrı yapmıştır.

Üniversiteden mezun olduktan sonra asistan doktor olarak atandığı Roma Psikiyatr kliniğinde zekâ özürlü çocuklarla çalışmıştır. 1899 yılında ise Roma’da zekâ geriliği olan tüm çocukların yollandığı yeni orthophrenic okuluna yönetici olarak atanır. 1896 -1907 yılları arasında sağlık, antropolojisi, felsefe, psikoloji ve eğitim çalışmalarını devam ettirir. 1907 yılında Roma’nın San Lorenzo bölgesinde, çalışan ailelerin çocuklarından oluşan 60 kişilik grupla çalışmak için üniversitedeki kürsüsünden ve tıbbî uygulamalarından vazgeçer. Burada ilk Casa dei Bambini’yi yani Çocuklar Evi’ni kurar. 1907 yılından itibaren dünyanın birçok ülkesinde Montessori metodu hakkında çalışmalar yürütmeye devam eder. 1922’de okul müfettişi olarak atanır. Fakat 1934 yılında Mussolini faşizmine muhalefetten dolayı İtalya’dan ayrılmaya zorlanır ve Barselona’ya gider. 1936’da İspanya Savaşı sırasında İngiliz gemisiyle kurtarılır. Aynı yıl evini Hollanda Laren’e taşır. 1940 yılında, Hindistan 2. Dünya Savaşına girdiğinde, O ve oğlu Mario düşman yabancılar olarak gözaltına alınır. 2. Dünya Savaşı boyunca Montessori’nin Hindistan’dan ayrılmasına izin verilmez ve bu zamanı bebekleri araştırmak ve gözlemlemekle geçirir. 1946 yılında Hindistan’dan Hollanda’ya döner. 1947’de ise Londra’da Montessori Merkezi’ni kurar. 1950 yılında UNESCO konferansına katılır. 1940, 1950 ve 1951’de Nobel Ödüllerine aday gösterilir.

6) Rosa Luxemburg

rosa luxemburg

Rosa Luxemburg, Polonya doğumlu Alman marksist politika teorisyeni, filozof ve devrimci.

1871 yılının (bazı kaynaklara göre 1870) 5 Mart'ında Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Polonya'da doğdu. Daha genç yaşlarında sosyalizmle tanıştı ve dönemin solcu gruplarında yer aldı. Daha 18 yaşındayken içinde bulunduğu gruplar ve politik görüşü yüzünden İsviçre'ye kaçmak zorunda kaldı. 1889'da Zürih Üniversitesi'ne girdi. Burada felsefe, tarih, politika, ekonomi ve matematik öğrenimi gördü, hayatında büyük etki bırakacak isimlerle tanıştı.

1898 yılında Gustav Lübeck ile evlenerek Berlin'e taşındı, Alman vatandaşlığı kazandı. SPD'nin (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) aktif bir üyesi oldu. 1900 yılına gelindiğinde Luxemburg'un fikirleri tüm Avrupa'da sosyalist çevrelerde büyük yankı uyandırmakta, yazdığı makaleler ilgi görmekteydi. Özellikle Eduard Bernstein'in düşüncelerine getirdiği eleştiriler ile öne çıkıyordu. Alman militarizminin yükselen değer olması Luxemburg'u ziyadesiyle rahatsız ediyordu, bu konuda partiyle de ters düşmüştü. 1904 ile 1906 yılları arasında siyasi faaliyetleri ve görüşleri nedeniyle üç kez hapse girdi. Aldığı hapis cezaları onu yıldırmadı, faaliyetlerine devam etti. SPD'nin eğitim merkezlerinde Ekonomi ve Marksizm öğretmeye başladı.

Savaşın başlamasıyla esen milliyetçi rüzgar SPD'nin de milliyetçi eğilime yönelmesine neden oldu, ki bu Luxemburg'un fikirleri ile tamamen tezatlık oluşturuyordu bu sebeple partiyle olan tüm ilişkisini kesti. 5 Ağustos 1914'te Karl Liebknecht ile beraber Internationale grubunu kurdu. 1 Ocak 1916'da grubun adı Spartaküs Birliği (Spartakistler - Almanca Spartakusbund) oldu. Luxemburg, Bolşevik önder Lenin'in I.Dünya Savaşı'na karşı çıkmasını destekleyerek tüm halkların emperyalist hükümetlerine kaşı mücadele etmesi gerektiğini savundu. Almanya'da Grubun devlete karşıt tutumu yüzünden 28 Haziran 1916'da Luxemburg hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste geçirdiği yıllarda birçok makale kaleme aldı. Özellikle Rus devrimi üzerine yazdıkları ve Bolşeviklere getirdiği eleştiriler çarpıcıdır.

5) Hannah Arendt

hannah arendt

Hannah Arendt, Almanya doğumlu Amerikalı siyaset bilimcidir. Çoğu kişi tarafında felsefeci olarak da bilinmekle birlikte, kendisi felsefenin "bireyin kendisi"ne dair sorunlarla uğraştığını söyleyerek bu sıfatı reddetmiştir. Siyaset bilimci olarak tanımlanmayı istemesinin sebebi çalışmalarının "tekil olarak insana değil, dünyada yaşayan ve dünyayı kaplayan insanlığa" odaklanmış olmasıdır.

Arendt'in eserleri iktidar, politikanın özneleri, otorite ve totaliterlik ile ilgilidir. Çalışmalarının çoğunda eşitler arasındaki kolektif politik eylem ile eşanlamlı olan özgürlük kavramının doğrulanmasına odaklanmıştır

"Politikanın bittiği yerde özgürlük başlar" şeklindeki liberteryen varsayıma karşı çıkan Arendt, özgürlüğü kamusal ve birlikteliğe dair bir kavram olarak temellendirir, buna dair antik Yunan şehir devletleri, Amerikan kasabaları, Paris Komünü, 1960lı yıllardaki toplumsal özgürlük hareketleri ve başka alanlardan örnekler sunar.

En önemli eserlerinden biri İnsanlık Durumu (1958) olup, bu eserinde emek, iş ve eylem arasındaki farkları ve bu farkların yol açtığı önemli sonuçları kışkırtıcı şekilde ortaya koyar. Politik eylem teorisini bu eserinde iyice detaylandırır.

İlk büyük eseri olan Totaliterizmin Kökenleri isimli kitapta Komünizm ve Nazizmin kökenlerini ve bunlarla antisemitizm arasındaki bağlantıları incelemiştir. Bu kitabı epey tartışmaya yol açmıştır çünkü kimilerine göre bağdaştırılamayacak iki konuyu kıyaslamaya kalkışmıştır.

Daha sonra Eichmann in Jerusalem isimli kitaba dönüşecek Eichmann davasını The New Yorker dergisinde anlatırken kötülüğün temel ve kökten bir şey mi yoksa basitçe insanların banalitesinin—sıradan insanların diğerlerinin emirlerine uyma ve eylemlerinin ya da eylemsizliklerinin sonuçlarını düşünmeksizin çoğunluk görüşüne itaat etmelerinin bir sonucu olup olmadığı sorusunu sormuştur.

Son kitabı The Life of the Mind öldüğünde yarım kalmıştır ancak günümüzde mevcut hali ile hala okunmaktadır.

4) Hypatia

hypatia

Hypatia Yunan filozof, matematikçi ve astronomdur. İskenderiye Kütüphanesi'nde felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler vermiştir. Yeni Platonculuk öğretisine bağlı olan Hypatia, Atina Akademisi'nin Eudoxus'ün başını çektiği Matematik geleneğine üye idi. Hypatia doğayı; mantık, matematik ve deney ile açıklamaya çalıştı.

Hypatia, günümüze kadar ulaşmış olan sayılı kaynaktan biri olan Yunan tarihçi Socrates Scholasticus'un "Historia Ecclesiastica" adlı eserine göre; İskenderiye'nin en önemli iki figürü olan, İskenderiye Valisi Orestes ile İskenderiye piskoposu Cyril arasında anlaşmazlıklara sebebiyet verdiği ve politik işlere karıştığı gerekçesi ile 415 yılında kıptî Hristiyan bir çete tarafından taşlanarak öldürülür.

Hypatia'nın devrin en güzel kadınlarından biri olduğu ve Vali Orestes'in bizzat Hypatia'dan ders aldığı sıralarda Hypatia'ya aşık olduğu bilinmektedir. Anlaşmazlıklara ise Vali Orestes'in, İskenderiye'de Piskopos Cyril'in kışkırtmaları ile Hypatia'ya karşı hızla büyüyen nefretin önüne geçmeye çalışması olmuştur. Hypatia, İskenderiye'ye Hristiyanlığın hakim olduğu son yıllarında Piskopos Cyril, Hypatia'yı hedef göstererek İncil'den yaptığı alıntılar ile halkı kışkırtmış ve Hypatia, halk tarafından "dinsiz" ve "şeytan" olarak nitelendirilmiştir. Kısa bir süre içerisinde de Kıptî bir Hristiyan çetesi tarafından taşlanarak öldürülmüştür.

Eserlerinden günümüze ulaşabileni yoktur; fakat Sinesius ile yazıştığı mektupların bir bölümü mevcuttur.

3) Mary Wollstonecraft

mary wollstonecraft

Mary Wollstonecraft, İngiliz yazar, filozof ve kadın hakları savunucusu. Kısa kariyeri süresince romanlar, felsefi inceleme yazılarının yanı sıra bir seyahatname, bir conduct book, bir çocuk kitabı ve bir Fransız Devrimi tarihçesi de yazmıştır. Wollstonecraft en çok kadınların erkeklerden yaradılış icabı daha değersiz olmadığını ancak eğitimsiz oldukları için daha değersiz göründüklerini savunduğu, 1792 yılında yayımlanan Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi (A Vindication of the Rights of Woman) kitabıyla tanınır. Hem erkeklerin hem de kadınların akıl ve muhakeme sahibi varlıklar olarak kabul edilmelerini önerirken mantık üzerine kurulu bir toplumsal düzen tahayyül eder.

20. yüzyılın sonlarına kadar alışılmamış ve görenek dışı kişisel ilişkileri nedeniyle Wollstonecraft'ın yaşamı yazılarından daha çok ilgi gördü. Henry Fuseli ve Gilbert Imlay ile yaşadığı bahtsız ilişkilerinden sonra Wollstonecraft anarşist hareketin fikir babalarından biri olan filozof William Godwin ile evlendi. Imlay ile olan ilişkisinden bir kız çocuğu sahibi olan Wollstonecraft, Godwin ile olan evliliğinden olan kızının doğumundan on gün sonra öldüğünde ardında tamamlanmamış çok sayıda el yazması biraktı. İkinci kızı olan Mary Wollstonecraft Godwin annesi gibi başarılı bir yazar oldu ve Frankenstein eseri ile Mary Shelley adıyla tanındı.

Dul eşi Godwin, Wollstonecraft'ın sıradışı yaşam tarzını açığa çıkaran biyografisini 1798'de yayımladı. Bu biyografi istemeden de olsa bir yüzyıl boyunca eşinin itibarının bozulmasına neden oldu. Ancak 20. yüzyılın başında feminist hareketin ortaya çıkmasıyla birlikte Wollstonecraft'ın kadınların eşitliğini savunduğu ve geleneksel kadınlık kavramını eleştirdiği yazıları giderek daha da önem kazandı. Günümüzde Wollstonecraft feminist felsefenin kurucularından biri olarak görülmekte ve feministler onun yaşamının ve eserlerinin üzerlerinde büyük bir etkisi olduğunu belirtmektedirler.

2) Simone de Beauvoir

simone de beauvoir

Simone Lucie-Ernestine-Marie-Bertrand de Beauvoir, Fransız yazar ve feminist filozof. Roman, felsefe politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci.

En önemli eseri 1949’da yazdığı, kadınların gördüğü baskıların bilimsel incelemesini yaptığı ve modern feminizmin temellerini kurduğu İkinci Cins (Le Deuxième Sexe) sayılabilir.

Yazarın, İkinci Cins (Le Deuxième Sexe) eseri 1949’da Fransa’da yayımlanmıştır. Freudcu yönleri ağır basan feminist bir varoluşçuluk göze çarpar. Varoluşçulukta olduğu gibi de Beauvoir temel prensip olarak var oluşun özden önce geldiğini kabul eder ve “Kadın doğulmaz kadın olunur.” prensibine ulaşır.

Araştırmaları diğer kavramı üzerine yoğunlaşmıştır. Kadınların diğer olarak tanımlanmasını ve mevcut sosyal konumunu, gördüğü baskının temeli olarak olarak nitelendirir De Beauvoir tarihte her zaman kadının sapkın ve anormal canlılar olarak görüldüğünü iddia eder ve Mary Wollstonecraft’ın dahi erkekleri kadınlara ulaşmaları gereken ideal örnek olarak gösterdiğini ileri sürer.

De Beauvoir “Bu durum kadınların kendilerini normalden sapmış, dışta kalan ve normale ulaşmaya çalışan canlılar gibi algılamalarını sağlayarak onlarını başarılarını sınırlandırmıştır.” der. Feminizme göre bu düşünce artık bir kenara atılmalıdır. De Beauvoir iddia eder ki kadınlar erkekler kadar ayrım yapma, seçme yeteneğine sahiptir ve böylece kendilerini geliştirmeyi seçebilir, kadını mevcut durumundan ileri götürebilir, kendi hayatlarının ve dünyanın sorumluluğunu alabilir.

1) Ayn Rand

ayn rand

Ayn Rand, kurduğu objektivizm felsefesi ve yazdığı Yaşamak İstiyorum (We the Living), Ben (Anthem), Hayatın Kaynağı (The Fountainhead) ve Atlas Silkindi (Atlas Shrugged) kitapları ve objektivizm felsefesiyle tanınan düşünür-yazar.

Felsefesi ve kitapları kendi bireycilik, rasyonel bencillik ve kapitalizm mefhumlarını vurgular. Devletin özgür bir toplumda yasal ama minimal bir role sahip olduğuna inanan Rand sıkı bir minarşisttir. Liberteryenler ve Amerikalı muhafazakarlar arasında önemli bir etkisi olmuştur.

Rand'ın "magnum opus"u, en büyük eseri Atlas Vazgeçti'dir. (Atlas Shrugged) 1957 yılında yayımlanmış ve dünya çapında bir bestseller olmuştur. (Kitabın adının Türkçe karşılığı "Atlas Silkindi"'dir. Dünyayı sırtında taşıyan Atlas'ın artık vazgeçtiğine yapılan bir göndermedir. Türkçe çevirisinde "Atlas Vazgeçti" ismi kullanılmıştır.) Atlas Vazgeçti, Ayn Rand'ın objektivist felsefesini en iyi ve bütün şekilde anlattığı romanıdır.

Atlas Vazgeçti'nin ana teması "insan aklının toplumdaki rolü" dür. Rand sanayiciyi tüm toplumlardaki en değerli organ olarak görür ve sanayicilere karşı duyulan genel kızgınlığı son derece sert bir biçimde eleştirir. Bu duyguları onu Amerikalı sanayicilerin greve gittiği ve dağlık bir alanda saklanmayı seçtiği bir roman yazmaya iter. Toplumun sömürücü olarak gördüğü, aşağıladığı ve suçladığı bu idealist, yaratıcı insanların kaçmasıyla Amerikan toplumu ve ekonomisi genel anlamda çöküşe girer. Hükümet sanayi üzerindeki zaten boğucu olan kontrollerini artırarak tepki gösterir. Roman her ne kadar politik bir temayı merkez almışsa da seks, müzik, tıp ve insan yetenekleri gibi birçok farklı ve kompleks meseleyi irdeler.

Reklam